Size "80 x 80 bir kanvas üzerine siyah yağlı boyayla 60 x 60 kare çizin, içini boyayın" desem, hemen hemen aklınızdan çizersiniz. Hiçbir yeteneğe ihtiyacınız olmaz. Belki sayıları tutturamazsınız, kare biraz yamuk olur; ama cetvelle o işi de kolaylıkla yaparsınız. Bu "çok kolay" resim, önce resimde sonra tüm sanat akımlarında minimalizm akımını -neredeyse- başlatan resim oldu. Rus ressam Kazimir Malevich 1915 yılında yaptığı "Siyah Kare" isimli resmiyle bundan sonraki yıllarda resimden heykele, fotoğraftan dekorasyona birçok sanat dalını etkiledi. (Yaratıcılığınızı engellememek için görseli yazının en altına koydum.)
*
Minimalizm, hadi burada yerelleştirme yapalım sadeleşme, farklı toplulukları tarafında farklı yorumlanıyor hâliyle. Dini değerleri diğer değerlerin önüne koyanlar, dünya malından vazgeçmek, diğer dünya için yaşamak olarak görüyor. Yanlış diyebilir miyiz?
Sadeleşme bakış açısını hayatını pek de etkilemeyen seçimleri yaparak zaman kaybetmek istemeyenler de sıkça kullanıyor. Örneğin Steve Jobs yeni Apple ürünlerini tanıttığı sahnelerde siyah kazak ve blucin dışında bir kostüm giymedi. Mark Zuckerberg birkaç önemli gün dışında karşımıza sadece gri tişörtüyle çıkıyor. Ülkemizden Acun Ilıcalı'yı da tişört dışında pek farklı kostümle görmedik.
Fotoğrafçılık, bana kalırsa minimalizmi (teknik yazınca elim sadeleşme'den minimalizm'e gitti) en iyi tanımlayan sanat dalı: İzleyicinin dikkatini ana konuya çekmek için etraftaki fazlalıkları atmak. Bu noktada sahneye çıkanların dikkati kendine değil de; yaptığı işe, elindeki ürüne, anlattığı hikâyeye vermek istemesi sadeleşmeye iyi bir örnek diyebiliriz.
Aynı zamanda görüyoruz ki sade birisi olmakla, hayatının bir kısmını sadeleştirme arasında da fark var. Aramızdan hiçbirimiz Mark Zuckerberg'in sade biri olduğunu söylemez herhalde.
*
Minimalizm akımı (yine minimalizm yazmaya başladım) 1950'lerin ortasından itibaren öyle sevildi, öyle kabul edildi ki; tüketim çılgınlığının bir parçası bile oldu, böylelikle amacından sapayazdı, içi boşalayazdı. Bize sürekli tüketmemizi söyleyen hızlı moda endüstrisi "polyester ve kadın emeğini ezen ama sade" kazaklar üretmeye başladı. Hızlı tüketim endüstrisi evimizdeki koltukları attırıp "kaliteli görünen kalitesiz ama sade" koltuklar, hızlı gıda endüstrisi masamızdaki kahvaltılıkları atıp "sağlıklı görünen sağlıksız ama sade" kahvaltılıklar verdi.
Sosyal medyanın etkisinden bahsetmesek olmaz tabii. Hem hızlı tüketim kültürünün (bence kültürsüzlüğü) hem de keyifsiz hayatımızı evde keyiflendirme çabamızla baharat dolabına bile girdik. Yeni baharat kavanozları aldık, üzerine baharatların ne olduğunu görerek, koklayarak, tadarak anlamayız belki diye küçük mutfak yazıcısı alıp baharat isimleri çıktı alarak kavanozlara yapıştırdık, dolabımızı düzenlerken kaydedip yayınladık; izleyenleri takıntılarına basarak rahatlattık. Unuttuğumuz bir şey var: baharatlık bir araç, baharat da bir araç. Benim gördüğüm kadarıyla en neşeli, en lezzetli mutfaklarda baharatlık en son aranan şey.
*
İçinin boşalmasına rağmen, hâlâ dirençli bilinçlerin anlam arayışının tabanlarından birisi minimalizm, hay bin sadeleşme. Dikkatimizi bölen, odaklanmamızı engelleyen, bizi tetikleyen bu kadar çok uyaran varken, sıkılmaya da var olmak, durmak, omuzları salmak, daha da renklenmek, çeşitlenmek, gülmek.
"İzleyicinin dikkatini ana konuya çekmek için etraftaki fazlalıkları atmak." güzeldi; tamam. Peki bu fazlalıklar ne? Nerden bileceğiz hangisi fazlalık? Durun, bunu ayrıca düşünelim.
Sevgiler,
Utku

Comments